Uludağ Üniversitesi E-Sınav Challenge

Ercüment Yöndem
6 min readJan 24, 2021
Görsel, gerçek sınav soruları baz alınarak oluşturulmuştur.

PEŞİN NOT: Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisiyim, son vize sınavlarımı 22 Ocak 2020 itibariyle bitirdim. Lisans eğitimimin son 2 dönemi Covid-19 pandemisine denk gelmişken ve ben de uzaktan son sınıfın uzaktan vize sınavlarını geride bırakmışken hem gelecekteki ben için yazılı bir kayıt bırakmak hem tarihe tanıklık edilen bu süreçte yaşadığım tecrübeleri paylaşmak amacıyla bu yazıyı yazıyorum.

Satır aralarında fikirlerime rastlayacağınız bu yazıyı, bağlamına uygun gördüğüm “Grup Gündoğarken — Olacak O Kadar” parçasını dinleyerek okumanızı tavsiye ederim. Zira niyetim kimseyi kırmak değildir, pandemiye rast geldi manzara koydum.

“Google’ın olduğu bir dünyada Türkiye’de yaptığımız sınavların hiçbir hükmü yok. O yüzden hayatta başarılı olanlarla sınavda başarılı olanlar arasında ciddi bir fark var.” Prof. Dr. Selçuk Şirin

Eski dünyanın göz bebeği konvansiyonel medya, internet sağ olsun, değişime uğruyor. Biz gençler artık dünyayı televizyon ekranlarından değil dijital mecralardan takip ediyoruz. Dijital mecralardaki özgürlük hissiyatı, bilgiye ulaşmanın kolaylığı ve bilginin/içeriğin çeşitliliği; geleneksel yollara kıyasla çok daha doyurucu. İnternet ile ilgi alanlarımız ve tercihlerimize göre kimi zaman mesleki anlamda kendimizi geliştiriyoruz, kimi zaman sosyalleşme ihtiyacımızı gideriyoruz, kimi zaman akademik alanda kendimizi besliyoruz, kimi zaman da salt eğlence peşinde koşuyoruz. Bütün bunları gerçekleştirdiğimiz araçların algoritmalarının öne çıkarmayı sevdiği, bir eğlence içeriği türü olan “challenge”ları ise artık yaşı fark etmeksizin bir çok kimse takip ediyor.

Nitekim öğrencisi bulunduğum kurum da bizleri bu konuda yalnız bırakmayıp dijital dönüşüme ayak uyduruyor ki girdiğim ölçme-değerlendirme yöntemlerinin “challenge hissiyatı” had safhada. Fakat öğrenciler üzerindeki etkisi eğlence odaklı olmaktansa psikolojik savaş niteliğinde ve dolayısıyla “değer” de barındırmamakta.

Kurumlar elbette her yeni teknolojik gelişmeye ayak uyduramazlar. Nitekim her yeni teknolojiye ayak uydurmaları da mümkün ve gerekli değildir. Ancak dijital dönüşümün hızla gerçekleştiği günümüzde; web 2.0’ın nimetlerinden faydalanarak online eğitim ve ölçme-değerlendirme modellerinin kalitesini yüksek seviyelere taşıyabilecekken, 21. Yüzyılın beceri setleri geçerlilik kazanmışken bu dijital dönüşümün bir parçası olmayı reddeden bir eğitim kurumu da kabul edilemez.

Bununla beraber; şu an üniversitede okuyan/okuyacak yaşta olan nesil farklı bir çağın içine, yeni kavramların kucağına doğdu ve 200 yıldır aynı rayında seyreden okul kavramının değişimini zorunlu kılıyor. Sadece eğitimde de değil, Z Kuşağı dünyaya büyük bir değişim mecburiyeti bahşetti. Hal böyleyken 80li yılların uzaktan eğitim metotlarının hala canlı tutulmaya çalışılmasının nedenini anlamakta gerçekten zorlanıyorum.

Elbette ki her sistemin, metotun avantajları ve dezavantajları bulunmaktadır. Ancak yazının devamında belirttiğim online sistemle ilintili problemler, online sistemin kötü bir metot olmasından kaynaklanmamaktadır. Online sistemin etkin kullanılmamasından yahut online eğitimin yapılmamasından kaynaklanmaktadır.

Sınav bir ölçme ve değerlendirme metodudur. Sınavlarda kopya çekmek, kopya çekmeye teşebbüs etmek, kopya çektirmek ise ilgili yönetmeliğe göre disiplin suçu gerektiren davranışlardır. Öğrencileri birer kopya makinesi olarak görmek ise TCK’da kasten öldürme suçu düzenlendiği için her vatandaşın cinayet işlediğini/işleyeceğini düşünmekle benzerdir ve Maslow’un “I suppose it is tempting, if the only tool you have is a hammer, to treat everything as if it were a nail.” sözünü hatırlatmaktadır.

Selçuk Hocanın sözünü baz alarak belirtmek gerekir ki; Google’ın olduğu bir dünyada bir hükmü olacak sınavlar yapmak, hükümsüz sınavların yapılmasının yanı sıra öğrencileri bir kopya makinesi olarak görmekten çok daha mantıklı bir yaklaşım olacaktır. Aslında temel problemim, doğal olarak üzerime alındığım, bana karşı olan bakış açısıyla ilgilidir.

  1. Sınavlara bir hafta kala sınav sistemi değişti.
    Elbette ki mükemmel, tıkır tıkır işleyen bir sisteme ulaşmak imkansızdır ama ulaşılmaya çalışılmalıdır. Fakat nispeten çalışan bir sistemin şartlarını sınavlara 1 hafta kala özel bir çaba ile ve “öğrenciler kopya çekiyor” düşüncesiyle öğrenci aleyhine değiştirmek, bana “Sınava son gün çalışan” öğrenci modelini bana hatırlatıyor. Elbette bu öğrenci arkadaşlarımla günlük hayatta karşılaştığımda kendilerine, günü gününe ders çalışmalarını öneriyorum.
    İroni bir yana; müthiş bir öngörülemezlik sorunu ortaya koyan bu değişimler yalnızca bireysel psikoloji ile ilgili değil kurumsal öngörülebilirlik, toplumsal psikoloji ve toplumsal güven kavramlarıyla alakalı da olumsuz araz doğurmaktadır.
  2. Sınava güvenlik sorusu ile giriş yapıyorum.
    Sınava girmek için neden T.C. kimlik numaramın 7 ve 8. Rakamlarını vermek zorunda kaldığımı anlamakta zorlanıyorum. Bu “güvenlik önlemi”nin etkinliği konusunda sayıları öğrenmeyi çok isterdim. Ekranın başındaki ben isem bu önlem benim için zaman kaybı, ekran başındaki ben değilsem diğer duruma kıyasla daha stressiz şekilde kısa sürede cevap verebileceğim bir soru. Dolayısıyla zannımca yalnızca öğrencinin sınav zamanından alınan bir süre, ölçüsüz bir tedbir anlamına geliyor.
    Ve ne yazık ki “heyecandan güvenlik sorusunu yanlış cevapladım, hakkımda işlem yaparlar mı?” kaygısını yaşayan arkadaşlarım oldu.
  3. Soruların arkasına öğrenci numaramdan oluşan filigran koyulması sebebiyle soruları okumakta çok zorlandım.
    Okumakta olduğunuz yazının görseli, filigran uygulamasından esinlenilerek hazırlanmıştır. Yüksek kaliteli görsel kullanımı sizi yanıltmasın, okumak gerçekten zor.
  4. Toplam soru sayısı fark etmeksizin sorular 3'erli gruplar halinde öğrenciyle paylaşılmakta ve aynı anda en fazla 3 soru okunabilir. Zira gruplar arası geçiş yasak!
    Halihazırda çok kısıtlı sürede soru cevaplama imkanımız varken süre ayarlama imkanı da elimizden alındı. 20 soru 20 dakikalık bir sınavda, 3 dakika içinde 3 soruyu hızlıca cevaplayamayan öğrencinin bu soruları cevaplama hakkı da bir nevi elinden alınıyor. Zira bulunan kısa sürede “biraz daha düşünsem mi? Yoksa düşünme hakkımı sonraya mı saklasam?” gibi anlamsız bir sorgulamaya mecbur bırakılıyor.
    Bu uygulamanın bir problem yaratmayacağı ise “3 dakika mı verdi buna? Arkadaşımız hemen kolay olanı yapacak 10 saniyede, ondan sonra orta zorlukta olanı da hadi 1 dakikada yapsın. 1 dakika 10 saniye. Geriye ne kaldı? 1 dakika 50 saniye zora.” cümleleriyle rektörümüz tarafından bizlere açıklandı.
    10 saniyede çözebildiğim tek bir soru olmadığını ve istisnasız her sınavımda süre problemi yaşamamı bir kenara bırakırsak lisans düzeyi eğitimde kolay-orta-zor soru ölçeklendirmesinin yapılamayacağını, yapılabiliyorsa dahi 10 saniyede çözebilecek bir soru sorulmasındansa sorulmamasını evla gördüğümü belirtmem gerekir.
  5. ““Kopya çeken arkadaşlarımız var, biz çalışan öğrenciler haksızlığa uğruyoruz.” diyen ciddi büyüklükte bir kitle var. Dolayısıyla senatonun aldığı kararlar öğrenci talepleriyle ilişkin olarak alındı.”
    Bu cümle, 1. Maddede bahsettiğim değişen sınav sistemi şartlarının gerekçesi olarak bize bildirildi. Keşke tüm süreçler öğrenci talepleriyle orantılı, demokratik yollarla işletilse ve öğrenciler öğretim gördükleri kurumların yönetiminde söz sahibi olsa. Lakin,
    5 yıldır lisans programında bulunduğum üniversitemin hiçbir karar alma sürecine dahil edilmemişken; seçilmiş, kendilerini “biz çalışan öğrenciler” olarak nitelendiren bir öğrenci kitlesinin bu sürece dahil edildiğini öğrendim. Hem “çalışan öğrenci” olamadım hem de karar alma süreci dışında kaldım.
    Fakat bunlardan ziyade; çağın gereklerinin farkında olmayan, online eğitim hakkında -taleplerine bakarak- fikirsiz olduklarını düşündüğüm, eğitim psikolojisinden bihaber, eğitimin dijital dönüşümü ve pandemi sürecinin öğrenci psikolojisine etkisini değerlendirebilecek yetkinliğe sahip olmayan bir grup “biz çalışan öğrenci”nin fikirleri sebebiyle neden bu kadar orantısız tedbirlere boğulduğumu anlamakta zorlanıyorum.
    Şayet haksızlığa uğradığı düşünülen kimseler korunmak isteniyorsa yapılması gereken işlem eğitim hakkını kullanmak isteyen öğrencilerin şartlarını orantısızca kötüleştirmek kesinlikle olmamalıdır. Yapılması gerekenler; -sözde haksızlığın sebebi olan- bağıl değerlendirme(çan eğrisi) uygulamasına ara verilmesi, harf notu uygulamasının yerine notlandırmanın “geçti-kaldı” yapılması veyahut öğrencilere pass-fail hakkı verilmesidir. Bu üç uygulama önerisi “öğrenciler rahat rahat sınav/ders geçsin” düşüncesi barındırmamaktadır, tam aksine “öğrenciler pandemi sürecinde rahat rahat derslerine çalışsınlar yetkinliklerini kazansınlar” düşüncesi barındırmaktadır.

Yukarıda detaylandırmaya gayret ettiğim 5 problem haricinde;

  • Sınav sonucumu öğreniyorum, nerede hata yaptığımı öğrenemiyorum.
  • Normal şartlar altında 20 soruya 60 dakika verilen sınavlara girerken, bu dönemde soru sayısı aynı kalmakla birlikte sürenin 3’te 2 oranında azaltılması fakat buna bağlı olarak genel zorluk seviyesinin 3'te 2 oranında azaltılmaması,
  • Sınava hazırlık aşamasında sık güncellemeler yapılıp ders materyallerine ulaşımımızın kesilmesi ve bu güncellemelerle ilgili ne bir ön bilgilendirme ne de bir bitiş süresi bildirilmesi,
  • Süresi belli soru sayısı belirsiz sınavlar (Sınavda bulunacak soru sayısı sorulduğunda da alınan “soru sayısı bilgisini sizinle paylaşmak çok doğru olmaz.” cevapları),
  • Sınav zamanında çöken sistem ve çöken sistemin müsebbibi olmayan öğrencilere ekstra kısıtlamalar getirilmesi,
  • Anlık yaşanan sınav problemleriyle ilgili ulaşılması gereken kişilere makul sürelerde ulaşılabilecek bir ağ kurulmaması, kurulmuşsa dahi bundan benim haberdar edilmemiş olmam,
  • Sınav sisteme tanımlandığı anda sınav açıklaması da eklenebilecek iken sınava 2 dakika kala mail kutularına düşen sınav bilgilendirme mailleri,
  • Sınavları olduğumuz platformun yavaşlığı,
  • Süre sayacındaki sıfırlanma/yuvarlama problemleri,
  • Bölgesel elektrik kesintilerinin mazeret sınavı için makul neden görülmemesi (sanırım bu da suiistimali engellemek için)

şeklinde ilk aşamada aklıma gelen problemler de mevcut.

B. Uludağ Üniversitesi lisans eğitimimin, umarım, son vize sınavlarını olurken yaşadıklarımı paylaştığım bu yazının da sonuna gelirken bir de lise sürecinde sıkça duyulan “Kağıdına bakabilirsin ama fazla puan verdiysem geri alırım.” sözünü hatırlatacak bir uygulama ile dönem ortasında sınav sisteminin daha da aleyhime değiştirileceği kaygısını taşıyorum.

Pandemi başlangıcından itibaren sorumsuz ergenlermişiz gibi hakkımızda tek konuşulan konunun “sınavda kopya çekecekler” olması beni bir yandan üzerken diğer yandan da sorgulamaya itiyor. Özne olan bugünün gençleri yarının hukuk fakültesi mezunları, üniversite mezunlarıdır. Biz gençlere onur kırıcı bir bakış açısıyla yaklaşılması bizi, geleceği inşa edecek akademik süreçlerden de doğal olarak soğutacak ve uzaklaştıracaktır!

Son olarak;

Dr. Özgür Bolat’ın bir eğitiminde rast geldiğim cümlesini sizinle paylaşmak istiyorum:

“Eğer çocuk yargılanmaktan korkuyorsa o sınıftaki motivasyonu, özdeğerini korumak olur.”

Mahmut Hoca tüccar değil eğitimciydi, ben ise kopyacı değil öğrenciyim.

Herkese, öğrencilerin kopyacı yargılarıyla boğuşup özdeğerini sorgulamadan ölçülüp değerlendirileceği günler diliyorum.

Ercüment YÖNDEM

24.01.2020

--

--

Ercüment Yöndem

Avukat, hukuk okuryazarı ve ilgilendiği alanlara dair içerik üreten blog yazarı. İlgili blogtasınız. Hoş geldin. av.ercumentyondem@gmail.com